Mehmet Aygün, Berlin

Karadeniz`in `gurbetçi` geleneğinin en başarılı temsilcilerinden Mehmet Aygün, Berlin`de kazandıklarıyla Türkiye`de yatırım yaptı ve 1200 kişiye ekmek kapısı açtı. Giresun`dan 1975`te Almanya`da çalışan dayısı Hidayet Kendir`in yanına okumak için giderek başladığı gurbetçilikte, restoran işletmeciliğiyle girişimciliğe adım atan Mehmet Aygün, döner ticaretiyle büyüdü ve Hasır adıyla restorant zinciri kurdu. Kazandıklarıyla Türkiye`de de yatırımlara başlayan Aygün, Antalya`da `Titanik` gemisine benzeyen dev bir otel yatırımı yaptı ve 2003`te açtı. Ardından İstanbul`da şehir oteli yatırımlarına hız verdi. Berlin`de de bir Titanik otel yatırımı yapmak için hazırlıklarını tamamlayan Mehmet Aygün`ün Almanya`daki şirketlerinde 250 kişilik istihdamı bulunuyor.
33 yıllık `Almancı`
Gurbetçilerin tabiriyle 33 yıldır `Almancı` olan Mehmet Aygün şöyle başlıyor anlatmaya: `Giresun`da 1967`de babamız vefat etti ve biz 6 kardeş annemizle başbaşa kaldık. Ben ilkokul 4`üncü sınıfa gidiyordum. Babamızdan bir küçük bakkal-şarküteri kalmıştı. Öğlene kadar ben, öğleden sonra ağabeyim burada çalışarak evimizin ekmeğini kazandık. İkinci bir ekmek kapısı olsun diye dışarda işler yapmaya da başladım. Hamallık, işportacılık, araba yıkama ne olsa yaptım. Önemli olan evimize ekmek getirmekti. Her geçen gün işimizi büyüttük. Dükkanda talebelere tost satmaya başladık. Dondurma, tekel ürünleri de koyduk. Yerimiz Çınarlar`da sinemanın yanındaydı. Ben bu arada ticaret lisesini bitirdim ve 1975`te Giresun`dan ayrılıp Almanyaya okumak amacıyla gittim.`

Sonra okumak yerine, ticarette karar kıldım. Bir arkadaş lokanta açmış çalıştıramıyordu, devraldım ve hem kebapçı hem de ev yemekleri olan bir lokanta olarak ciroyu yükselttim. Sonra döner imalatına da başladım. Ben döneri hazırlıyordum, diğer lokantalara satıyordum. Günde 2.5 ton döner yapmaya başladık. Kendi arabalarımızla da dağıtımı büyüttük ve büyük mağazaların önünde döner büfeleri de açmaya başladık. 7-8 tane de büfemiz oldu. Akaryakıt istasyonları ve Hasır restorant zinciri derken iyi kazanmaya başladık. İnşaat, emlak işlerimiz de vardı. Üç kardeşime önce Giresun`da iş kurdum. TIR`lar aldık, sonra Sezer turizmin bölge bayisi olduk ve 10 yıl kadar 60 otobüsle otobüsçülük yaptık. 1994`te de bu işi devrettik ve İstanbul`da turizm yatırımlarına karar aldık.`
Antalya`da `Titanik`i yaptı Berlin`de de otele girecek

Son yıllarda ise dengeler değişmeye başladı. Artık yurtdışında alnının akıyla `Ben Türk`üm!` diyen sanatçılarımız, bilim adamlarımız ve idarecilerimiz var. Dünyanın en büyük şirketi Coca-Cola, Muhtar Kent isimli bir Türk`e emanet. IMF, Intel, DHL ve Nokia gibi ünlü şirketler, yöneticilerini Türkler arasından seçiyor. Gururla, `Bizim de Nobel ödüllü yazarımız var.` diyebiliyoruz. Nuri Bilge Ceylan`ı örnek gösteriyor, Microsoft ve NASA`da çalışan yüzlerce Türk`le övünüyoruz. Modacılarımız, Paris ve İtalya gibi şehirlerde bile söz sahibi. Türk okulları ise yediden yetmişe herkesin gözlerini yaşartıyor. Sosyolog Nilüfer Narlı, bu yükselişi on yıl öncesinden fark etmiş ve bir konferansında, `Türkiye er ya da geç marka isimleriyle gündeme gelmek zorunda.` demiş. Narlı, Türkiye`nin son 10 yılda büyük bir değişim süreci içerisine girdiğini ve dünya ekonomisine entegre olduğunu söylüyor. Nilüfer Narlı, `1980`li yıllarda bir Türk gencine sorsaydınız, sanatta, sporda ve moda dünyasında övünebileceği sadece birkaç marka isim vardı. Ama bugün dengelerin değiştiğini her alanda görüyoruz.` şeklinde konuşuyor. Sosyolog-yazar Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, yurtdışında yaşayan Türklerin var güçleriyle çalıştıklarını söylüyor. Barbarosoğlu, `Gurbette yetişen gençlerin içerisinde bulunduğu mesuliyet duygusu onları başarılı, gayretli ve idealist kılıyor.` diyor. Sosyoloji Profesörü Ünsal Özkay ise Türklerin başarısını, küreselleşen dünyaya hızlı adapte olmalarına bağlıyor.
Okullar, Türkiye sevdalısı gençler yetiştiriyor
Yurtdışındaki Türk okullarını gezme fırsatı yakalayan hemen herkes ortak bir görüşe sahip: Bu kurumlar, Türkiye adına çok büyük bir `lobi` faaliyeti yürütüyor. Sanatçısından siyasetçisine, modacısından işadamına kadar toplumun her kesiminden destek alan okullar, faaliyet gösterdikleri ülkelerin adeta `göz bebeği`. Teknolojik altyapıları, kaliteli öğretmenleri, modern müfredatı, okulları hep gündemde tutuyor. Öğrenciler birden fazla yabancı dil öğreniyor, uluslararası bilim olimpiyatlarında altın madalyalar kazanıyor. Özellikle Orta Asya`daki okullar olimpiyatlara damgasını vuruyor. Ülkedeki bürokrat ve siyasetçiler, çocuklarını bu okullara gönderiyor. Mezun olan öğrencilerin büyük kısmı eğitimlerine Türkiye`de devam ediyor. Hepsi de iyi seviyede Türkçe konuşuyor. Geçtiğimiz yaz İstanbul`da düzenlenen Türkçe Olimpiyatları, bu durumu bir kez daha kanıtladı. Altıncısı düzenlenen yarışmalara 110 farklı ülkeden binlerce öğrenci katıldı. Her yıl biraz daha büyüyen olimpiyatların hedefi Türkçeyi bir `sevgi dili` haline getirmek.
Türk markaları göğsümüzü kabartıyor
1980`lerin sonuyla birlikte kapılarını dünyaya açan Türkiye, geçen zaman süresinde çok sayıda uluslararası markaya imza attı. Yıllar önce küçük bir bavul içerisinde yurtdışına açılan Mavi Jeans, bugün 4 binin üzerinde farklı noktada satılıyor. Turkcell, Türkiye dışında altı ülkede hizmet veriyor. Vestel, 106 ülkeye yılda 20 milyon cihaz ihraç ediyor. İstikbal, ev tekstil ürünlerinde Ortadoğu`da ilk akla gelen markalardan bir tanesi. Orta Asya ülkelerinde, Rusya`da, Amerika ve Avrupa`da bu topraklardan doğan markaların açmış olduğu yüzlerce mağaza var. İşte göğsümüzü kabartan Türk markaları: İstikbal, Mavi Jeans, Vestel, THY, Gizia, Godiva, Grunding, Telefunken, Beko, Çanakkale Seramik, Goldaş, Vakko, Turkcell, Beymen, Sarar, Kütahya Seramik, Ülker.

Related Posts