Türkler elli yıl önce Avrupa’ya yerleştikleri günden beri uyum konusunda hep tartışılmıştır. Uyumu, entegrasyon olarak adlandırmakta olan Avrupa zaman zaman bunu kasıtlı olarak asimilasyon yerine de kullanmıştır. Siyasi sebeplerden dolayı, Türkler entegre olmuyorlar demekteler fakat asıl demek istedikleri “ asimile olmuyorlar” demektir. Ne entegrasyonun, ne de asimilasyonun kesin bir tarifi verilmiyor, özellikle entegrasyonda ne anlaşılıyor net olarak ifade edilmiyor.
Avrupa Türk’ü kendi değerlerini koruyup ve yaşatarak yaşamış olduğu toplum içinde uyum sağlamalıdır. Siyasi, iktisadi, içtimai, kısacası her konuda bir parçası olduğu bu topluma katkıda bulunmalıdır. Yaşamış olduğu ülkenin yargısı, gelenek ve görenekleri çerçevesi içinde Türklüğünü ebedi olarak yaşatmalıdır. Kendi geçmişini, değerlerini, dilini, dinini, örf ve adetlerini kaybetmemek için, yani asimilasyona uğramamak için, direnmeli ve mücadele vermelidir. Parolası daima entegrasyona evet, asimilasyona hayır olmalıdır.
Avrupa’ya gelen ilk nesil henüz Türkiye’de bile uyum sağlayamamıştı, eğitimsiz bir hayat süren bu birinci nesil Avrupa’da nasıl uyum içinde olabilirdi ki? Çoğunun okuma ve yazması bile yoktu ve köyünün dışına dahi çıkmamıştı. Dilini, kültürünü ve yaşam tarzını bilmedikleri bu ülkelerde mücadeleleri facialarla doludur. Bu facialar maalesef sonraları da, özellikle evlilik yoluyla buralara yerleşen damat ve gelinler için de geçerlidir, yani hep devam etmiştir. Dilini, kültürünü bilmediği bir Avrupa ülkesinde elbette uyum çok zordu. Bu sebepten birinci nesilden fazla bir şey beklemek haksızlık olur. Fakat ikinci ve ondan sonra gelen nesiller her şeyden evvel yaşamış olduğu ülkenin dilini çok iyi bilmelidir. Bu bilgide eğitimden geçmektedir. Eğitimsiz bir genç Türklüğünü ve Müslümanlığını sadece kimliğinde taşır ve iki dere arasında sıkışıp kalır. Türk mü, Avrupalı mı, hep bocalar durur. Eğitimin olmadığı yerde ne uyum ne de yaşamış olduğun topluma bir katkın olur, bilakis topluma bir yük olunur ve aynı zamanda asimilasyona bir kapı olur. Yapılan bir çok araştırmanın gösterdiği gibi göçmenlerin entegrasyon süreçlerini etkileyen en önemli iki faktör eğitim düzeyinin düşük olması ve o ülkenin dilini bilmemektir. Türk misafir işçilerinin bu alandaki eksiklikleri, tartışma konusu olmalarına sebep olmuştur.
İlk başlarda sıcak bir karşılama gören Türk misafir işçiler, daha sonra ekonomik krizlerin baş göstermesi ve işsizliğin artması ile birlikte birçok sorunun en önemli kaynağı olarak gösterilmeye başlanmışlardır. (Lucassen 2005)
Ülkeler halen kendilerini göçmen ülkeler olarak tanımlamıyorlar. Bu anlamda Avrupa’daki Türklerin entegrasyonu konusuna bakıldığında kültürel farklılıkların yanında en az onlar kadar önemli (belki de daha önemli) olan sosyal sermayenin ve Avrupa ülkelerinin göçmenlerin entegrasyonu konusunda takip ettikleri politikaların etkili olduğunu söyleyebiliriz. Aynı şekilde birçok Avrupa ülkesinde tarihsel nedenlerden kaynaklanan Müslüman ya da Türk karşıtı önyargılardır. Çünkü bir göçmenin entegrasyonunu etkileyen en önemli faktörlerden biri de o göçmenin gittiği ülkede gördüğü kabuldür. Göçmenler entegre olmak isteseler dahi, eğer onların entegrasyonu önünde bir kısım kurumsal ve sosyal bariyerler var ise, gerçek bir entegrasyonun gerçekleşmesi mümkün değildir. (Kaya 2008)
Genel olarak baktığımızda Türkler Avrupa’da asimile olmamışlardır, entegrasyon konusunda elbette eksiklikler vardır ve entegrasyon bir uzun vadeli iştir. Entegrasyonda var olan eksikliklerin giderilmesi şarttır. Özellikle var olan sivil toplum kuruluşlarının bu konuda katkı sağlamakta önde gitmeleri gerekmektedir. Yarınlara köprü vazifesini görebilecek kuruluşlar hayatta kalacaklardır, aksi takdirde yok olmaya mahkumdurlar.