Gezmeyi yaşam tarzı seçmemin ve mesleğimin bir sonucu olarak komşu ülke Yunanistan’a yaptığım her ziyaretim bana heyecan vermiştir. Komşuya yaptığım ziyaretlerde gerek aile büyüklerimizin bir kısmının Osmanlı döneminde gittikleri kuzey Yunanistan’da yaşamış olması, gerekse Osmanlı döneminden günümüze kadar ulaşmayı başarmış izlerin sıcak duygusu ve insanların misafirperverliği içimi her zaman sarmıştır. Mesleğimin bana öğrettiği gözle medeniyetlere ait izleri ayırmak ve hangi döneme ait olduklarını tahmin ederek onları belgelemek gibi bir alışkanlığım oluştu. Hal böyle olunca komşu ülke Yunanistan’a yaptığım ziyaretlerimde de Osmanlı dönemi eserlerini fırsat buldukça tespit ederek belgeleme imkanı buldum.
Osmanlı dönemi kayıtlarına ve Osmanlı devri Türk mimarisini meçhul olmaktan kurtaran adam olarak tarihe geçen mimar tarihçi Ekrem Hakkı Ayverdi’nin çeşitli vesikalardan yaptığı tespitlere göre Osmanlı İmparatorluğu, Yunanistan topraklarında 2336′sı cami ve mescit, 182′si medrese, 7′si darüşşüfa, 315′i mektep, 307′si tekke, 65′i imaret, 171′i han, 134′ü hamam, 30′u türbe, 5′i saat kulesi, 25′i köprü, 22′si kale, 10′u kervansaray, 20′si çeşme, 6′sı su kemeri, 4′ü sebil, 147′si hayrat olmak üzere toplam 3781 tane eser bırakmışlardır. Ayverdi’nin tespit ettiği bu rakamlar, Yunanistan’daki Türk varlığı hakkında fazla bilgisi olmayan veya Yunanistan’a sadece yaz tatilinde giden bazı okuyucularımız için biraz şaşırtıcı gibi gözükse de aslında doğrudur.
Ne yazık ki, bu eserlerden ancak birkaç yüz tanesi günümüze ulaşabilmiştir. Bunda tabii Yunanistan’ın deprem ülkesi olmasının ve başından geçen savaşların büyük rolü vardır. 1917 yılında yaşanan büyük Selanik yangını gibi büyük şehir yangınlarını da göz ardı etmemek gerekir. Yunanlıların Türk’lere karşı 1820′lerden itibaren yürüttükleri savaşlarda pek çok Türk eserinin yok olduğu da tahmin edilmektedir. Türkler Balkan harbini takiben Yunanistan’dan çekildikten sonra buralarda Türk izlerini mümkün olduğunca silmeye yönelik çalışmaların olduğu, 2. Dünya Savaşı sırasında şehirlerin Alman uçaklarınca bombalanması sırasında, ise birçok yapı gibi Türk anıtlarının da yok olduğunu hatırlamak gerekir.
Zaviyeli camiler denen bir plan şeması aynı yıllarda Anadolu’da nasıl yaygın bir şekilde kullanılmışsa Selanik’te, Alacaimaret’te ve Gümülcine Evronos Bey imaretinde de aynı şekilde kullanılmıştır. Hatta bunların duvar örgü tekniği de Anadolu’daki erken Osmanlı devri eserlerinde gördüğümüz tekniktir. İstanbul’un fethiyle başlayıp kendisini merkezdeki büyük bir kubbe ve onun etrafındaki daha alçak ve küçük kubbe ya da tonozlarla belli eden klasik Osmanlı mimari anlayışını hemen hemen aynı yıllarda Yunanistan’daki Türk eserlerinde de görmekteyiz. Camilerin kapı, mihrap, mimber, minare ve çini tezyinat gibi unsurları da Anadolu’daki örneklerine paralellik gösterir. Gerek anakara Yunanistan’da, gerek Rodos, Girit, Midilli gibi büyük adalarda 18. yüzyıldan sonra yapılan süslemelerde, Batılı motifler, Anadolu’daki Türk eserlerine göre daha fazla kullanılmış gözüküyor. Bunun yanında Türk sivil ve dini mimarisini Atina’daki özellikle 16. asırda yapılan Hıristiyan dini binalarının plan ve inşaat tekniklerini etkilediği M. Kiel tarafından ifade edilmektedir.
MİMARİDE OSMANLI ETKİSİ
Yunanistan’ın büyük adalarından Rodos, kemerli dar sokakları ve evlerinin sokağa bakan cepheleriyle anakara Yunanistan’dan oldukça farklı ve Akdeniz’e has bir sivil mimari görünümü sergilerken, bir başka büyük ada Midilli adasında neo klasik evlerin yanısıra adanın kuzeyinde yar alan Sigri veya Molivos gibi yerleşimlerde Osmanlı mimarisinin etkisi sokak çeşmelerinde, evlerde ve Sigri kalesinde görülebilmektedir. Öte yandan Kikladik adalar topluluğuna mensup Santorini, Mikonos, Amorgos, Paros vs gibi turistik adalarda ise tamamıyla Akdeniz ve Ege ‘ye has beyaz boyalı taş evler göze çarpmaktadır. Ama Osmanlı hakimiyet yıllarından günümüze intikal etmiş olan yerleşim yerlerinde ve anakara Yunanistan’ın hiç tahmin edilemeyecek yerlerinde bile örneğin; Volos-Pelion dağı eteklerinde yer alan Tsangarada, Makrynitsa, Vyzitsa gibi köylerde, Gümülcine, İskeçe, Kavala, Selanik ‘i içine alan kuzeyin büyük bir bölümündeki evlerde, İstanbul ve Batı Anadolu’nun duvar örgü tekniğini, hareketli cephe anlayışını eli böğründeler üzerine oturan cumbalarını ve kafesli pencerelerini görmek mümkündür.
Selanik ve Kavala’da Osmanlı döneminden kalan binalar, sosyal mekan, otel yapıldı. Bristol ve İmaret otelleri, restorasyon uygulamasının Yunanistan’ daki başarılı örneklerinden. Larissa ve Atina’da yer alan eski Osmanlı camilerinin müze olarak kullanılması sevindirici. Yaşadığımız şehir Bursa’nın merkezi ve köylerinde de buna benzer örneklerin artırılması, orijinali, bir kilise olan Mudanya’daki Uğur Mumcu Kültür Merkezi gibi, Özlüce’de restore edilerek kültür merkezine dönüştürülen kilise, Gölyazı’da restorasyonu devam eden kilise gibi örneklerin restore edilerek en azından kültür merkezi, müze, toplantı salonu vs yapılması, turizme kazandırılması suyun öte yanındaki topluma verilebilecek en güzel mesaj değil midir?
KÜLTÜREL MİRAS KORUNMALI
Öte yandan her iki ülkede yaşama savaşı veren kültürel mirasın kurtarılmasına yönelik bazı sivil toplum kuruluşlarının girişimleri de yok değildir.
Lozan Mübadilleri Vakfı’nın öncülüğünde Türkiye’den Mustafapaşa (Nevşehir/ Kapadokya/ Sinasos) Belediyesi, Mimarlar Odası, Koruma ve Restorasyon Uzmanları Derneği ile Yunanistan’dan Hellenic ICOMOS’un ortaklığında yürütülen projenin Türkiye ayağı ise 18-23 Eylül 2004 tarihlerinde Kapadokya Mustafapaşa’da gerçekleştirilmişti.
Türkiye ile Yunanistan’da Nüfus Mübadelesi’nden Kalan Mimari Mirasın Korunması ile İlgili Yerel Bilincin Geliştirilmesi” kısa adı ile “Ortak Kültür Mirasımızı Birlikte Koruyalım” projesinin Yunanistan ayağı ise 21-27 Ekim 2004 tarihlerinde Girit’in Resmo (Rethymno) kentinde yapılmıştı.
Balkanlar’daki Türk kültür ve medeniyetinin Yunanistan ayağının canlı bir belgesi olan yapıların sayısı ne yazık ki her geçen gün biraz daha azalmaktadır. Bu sebeple, bunların dikkatli birer rölevelerinin alınması, resimlerinin çekilmesi ya da en azından restore edilerek kültür merkezi, toplantı salonu, turizme yönelik vs amaçla kullanılması bu anıtların yaşamasına ve gelecek kuşaklara taşınmasına yardımcı olacaktır. Her iki komşu ülkedeki kültürel izlerin kaderine terk edilme yerine korunması dünya kültürel mirasına saygının bir gereğidir. Hepsinden önemlisi yeni nesillerin geçmişini öğrenerek ona sahip çıkmasını sağlayacak ve toplumlar arası dostlukları pekiştirecektir.
Uğur ÇELİKKOL
yukarıdaki eserin ismi nedir?