Arkadaşı Halis Komili Türkiye’ye transfer etmese belki de onu tanıyamayacaktık. Turgut Özal, THY’nin başına geçirmese kamu kurumlarının kar edebileceklerini düşünemeyecektik. Coca Cola’da pek çok ülkenin grup başkanı olmasa, bir Türk’ün çokuluslu firmalarda başarılı olacağına ihtimal vermeyecektik. Küresel marka Coca Cola’nın yöneticisi ‘küresel Türk’ Cem Kozlu, küreselleşmeyi sorguluyor…
1980’lerden itibaren dış dünyaya kapılarını açan Türk ekonomisinde çokuluslu şirketlerin payının giderek çoğalması, uluslararası arenadaki Türk yöneticilerin sayısının artmasında önemli bir rol oynadı. Oysa bundan 15-20 yıl önce uluslararası şirketlerde üst düzey pozisyonlara yükselen Türk yöneticilerin sayısı belki bir elin parmaklarını bile geçmezken, artık yurtdışındaki Türk yöneticilerin başarıları hiçbirimiz için sürpriz değil.
Uzun yıllar boyunca Coca Cola’nın uluslararası operasyonlarında başarılı görevler yürüten Cem Kozlu’ya göre, Türklerin yurtdışı görevlerde yer almaya başlaması Türk ekonomisinin gelişimiyle paralel. “Türk ekonomisi hızlı büyüdüğü sürece uluslararası şirketlerin Türkiye operasyonları daha başarılı oluyor. Bu şirketlerin merkez ofislerindeki yöneticiler en fazla Türkiye’deki operasyonlarının büyüdüğünü görüyor ve başarılı olan Türk yöneticileri ulus
lararası platforma taşıyor. Bir diğer unsur da küresel pazarlarda başarılı olabilecek iyi eğitimli Türklerin sayısının artması. 1980’lerden beri Türk işadamlarının çevre bölgelere açılmasını ve bu bölgelerin çoğunda başarılı olmalarını da unutmamak gerek. Bu da Türkiye sınırları dışında rahat hareket edebilen, farklı kültürlerde sonuç alabilen bir kadro üretti” diyen Kozlu, Türklerin kültürel olarak dayanıklı, mücadeleci ve çalışkan olmasının yurtdışında başarılı olmak için önemli olduğunu düşünüyor.
Çalışanlar açısından sınırlar ortadan kalkmış gibi gözükse de, Kozlu’ya göre küreselleşme bugüne kadar daha çok mal ve hizmetlerin serbest dolaşımı şeklinde gerçekleşti; ancak insanların hareketinde bir küreselleşme yok. Avrupa’da iş yapmak isteyen bir Türk işadamı vize alabilmek için büyük çaba gösteriyor. “Yedi yıl boyunca Avusturya’da yaşadım ve vergi ödedim. Döndükten sonra, kendi ülkelerinde yedi yıl yaşamış ve vergi ödemiş bir adama nasıl davranacaklarını merak ettiğim için normal vize almak üzere müracaat ettim. Bana iki aylık vize verdiler. Küreselleşme bunun neresinde? Avusturya’da iş yapmak istesem iki ayla sınırlanıyorum” diyor ve ekliyor: “Böyle devam ederse küreselleşmenin mal hareketi de aksamaya başlar.”
Vs.: Kabuk değiştiren küreselleşmeden Türkiye nasibini nasıl alıyor?
Küreselleşme birilerine avantaj, birilerine de dezavantaj sağlıyor. Küreselleşmeden beş kişi yarar sağlarken beş milyon kişi zarar görecekse bunun etkilerini denetlememiz gerekiyor. Avantaj sağlamak için eğitimimizi güçlendirmeli ve ihtiyaçlar üzerine odaklandırmalıyız. Önemli olan birçok ülkeden daha başarılı olmak.
Vs.: Peki Çin, Brezilya, Rusya ve Hindistan gibi yükselen ülkeler arasında Türkiye’nin şansı nedir?
Türkiye dört yıl boyunca istikrarlı büyüdü ve hemen küme atladı. Az gelişmiş ülkeler grubundan Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in ön plana çıktığı -patlama ve hızlı büyüme içindeki- gelişmekte olan ülkeler grubuna girdi. Dört yıl daha istikrarlı büyürsek bu grubun en başlarında olabiliriz. Türkiye coğrafi olarak stratejik bir bölgede yer aldığı için bu ülkelere göre daha avantajlı. AB’nin, enerji devi Rusya’nın ve enerji zengini bir bölgenin yanındayız. Büyük yönetim hataları yapmazsak, bir küme daha atlarız. Bunun için uluslararası alanda başarılı olan şirketlerimizin sayısının da artması gerekiyor.
Vs.: Uluslararası pazarlarda başarılı olmanın sırları neler?
Toplumlar ve insanlar karmaşık ve devamlı değişen organizmalar. Bir yerde başarılı olan bir formülü dünyanın diğer yerlerine taşıyamıyorsunuz. Bulunduğunuz pazarı iyi analiz etmeniz gerekiyor. Ürün ya da hizmetinizin özelliklerinin hedef pazar ve kitlenizle uyumunu iyi araştırıp ona göre stratejiler üretmelisiniz. Burada analitik, dengeli analiz yapabilen, strateji üretebilen, uygulamada başarılı olabilen eğitilmiş, takipçi yönetim kadroları devreye giriyor. Birçok ülkede pazarlama ve müşteriye ulaşma şekli farklı olduğu için kadronun verdiği doğru kararlar organizasyonun başarısını etkiliyor. Uluslararası şirketlerin başarısındaki en önemli faktörlerden biri, tek bir genel müdürlükten dünyanın diğer ucundaki ülkeleri yönetmeye kalkmaması. Büyük şirketler, idari otonomisi olan ve o ülke insanından oluşmuş kadrolarla şirketleri yerinden yönetme prensibiyle çalışıyor. Tabi küresel standartları ve formülleri de unutmamak gerek. Pazarlama, satış, yönetim ve eğitim gibi konularda küresel standartlar var. Bunları iyi bilip her ülkeye göre yerel planlar üretmek gerekiyor.
Vs.: Türk şirketlerinin küresel rekabette güçlenmesi için neler yapılmalı?
İyi eğitim, şirketlere daha iyi insan kaynağı sağlayacak. Vergi düzenimiz, kendi ayarımızdaki Orta Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında rekabet gücümüzü azaltıyor. Hukuk düzenimiz çok yavaş. Gümrüklerimiz de öyle. Örneğin Singapur’da mal yüklendiği an gümrük işlemi bitiyor. Bizde de böyle olmalı. Enerji maliyetlerinin rakip ülkelere göre yüksek oluşu da dezavantaj. Ülke olarak güçlenmek istiyorsak, şirketlerimizin uluslararası rakipleriyle eşit rekabet gücüne sahip olması gerekir. Ucuz işçilikle rekabette öne geçmeye çalışmak, sosyal adalete aykırı. Rekabet stratejilerinin oluşturulmasında önemli bir yaklaşım daha var; rekabeti şehir bazında ele alıp cazibe merkezleri yaratmak. Türkiye’nin uluslararası rekabette avantaj sağlayacak cazibe merkezleri oluşturması gerekiyor.
Vs.: Küresel markalarımızın sayısının az oluşunu bu eksiklere mi bağlıyorsunuz?
Bu eksiklerin yanı sıra uluslararası rekabette genç bir ülkeyiz. En fazla global markası olan Amerika ve İngiltere gibi ülkelerin sanayileşme süreci 200-250 yıl önce başladı. Japonya ve Doğu Asya’daki diğer ülkeler de küresel marka çıkarma konusunda henüz yeniler. Çin 1980’lerden beri yılda ortalama yüzde 10 büyüyor. Kaç tane Çin markası biliyorsunuz? Türkiye de bu hızlı tempoya yeni yeni giriyor. Zaten her alanda da marka çıkaramayız ki!
Vs.: Belli bir alana mı yoğunlaşmak gerekiyor?
Türkiye tekstile, otomotive yoğunlaşıyor. Yoğunlaşma önemli ama değişebilmek daha önemli. Yoğunlaştıktan sonra 100 yıl aynı işi götüremezsiniz. Hızlı değişebilmek, gelişebilmek ve ön saflarda yer alabilmek gerek.
Vs.: Yabancı yatırımların bu gelişimdeki önemi ne?
Bizim gibi ülkeler özelleştirme aşamasından geçerken yabancılar geliyor ve hazır olanları alıyor. Doğu Almanya’daki özelleştirme süreci birkaç yılda bitti. Bizde de 20 yıldır sürüyor ama bir gün bitecek. Bittikten sonra doğrudan yatırımların ağırlığı artacak. Bunlar da hem daha fazla istihdam yaratacak hem de daha çok know-how getirecek. Daha da önemlisi Türkiye’yi bir ARGE merkezi haline getirmek. Bu konuda Çin çok önde. Dünyanın büyük markaları Çin’de yatırım yaptığı zaman oradaki ARGE merkezlerine yatırım yapıyor. Örneğin bin 500 tane doktoralı insanı işe alıyor ve oraya milyar dolarlar yatırıyor. Bunu başarabilirsek, know-how üreten bir ülke haline geliriz.
Vs.: Bunun beyin göçüne de katkıları olmaz mı?
Türk akademik diasporasına bakıldığında başta Kuzey Amerika olmak üzere İngiltere ve diğer gelişmiş ülkelerde 10 binin üzerinde Türk var. Bu Türkler üniversitelerde, araştırma merkezlerinde ya da şirketlerin araştırma bölümlerinde mühendis, kimyager, biyolog, matematikçi ya da başka alanlarda akademisyen olarak çalışıyor. Bu insanlar Türkiye’de imkan olmadığı için dönmüyor. Sözünü ettiğimiz 10 bin kişiden iki bininin Türkiye’ye döndüğünü ve araştırmalarını buradaki merkezlerde yaptığını düşünün. Muhteşem olur! Onların geri dönmesi için uluslararası şirketler bir araya gelip Türkiye’de ARGE merkezleri kurmalı.
Vs.: Bu ortam nasıl yaratılır?
Olabilecekleri tahayyül etmezseniz, gerçekleştiremezsiniz. Türkiye’nin uçuk kaçık da olsa farklı fikirlerin peşinden koşması gerekiyor. Bu ortamın gelişmesi için kültürel bazı sorunlarımız var. Uçuk kaçık fikirler üreten insanları kucaklayan bir eğitim sistemimiz de yok. Bunları değiştirmek gerekiyor. Yalnızca para harcayıp ARGE merkezleri kurmakla ve yabancı sermaye çekmekle bu iş olmaz.
Vs.: Önümüzdeki 10-15 yıllık dönemde Türkiye’nin küresel eksendeki yeri ne olacak? Nasıl bir Türkiye hayal ediyorsunuz?
Eğitim ve sağlık gibi toplumun bütün kesimlerinin hemfikir olabileceği konuları ele alıp ulusal bir strateji geliştirmeliyiz. Küresel rekabette öne geçebilmek için, ezbercilikten çıkıp yaratıcılığı ve yenilikçiliği destekleyen bir eğitim politikası çizmeliyiz. Sağlıkta da aynı şekilde. Bu konularda anlaşırsak ekonomide bir formül ortaya çıkıyor: Devletin bilgili ve bilinçli bir hakem olması. Devlet, ekonomideki oyuncuları -hizmet ve ürün üreten kurumları- destekleyen bir ortam yaratmalı. Makroekonomik disiplinle birlikte fiyatlarda da disiplin sağlanmalı. Uygun vergi ve hukuk düzeni yaratıldığında, eğitim ve sağlıkla ilgili reformlar yapıldığında nasıl bir tablo ortaya çıkıyor? Türkiye yılda en az yüzde 7-8 oranında ve daha dengeli büyür, gelir dengesizlikleri azalır. Kişi başına 5-6 bin Dolar olan milli gelirimiz 10 yıl içinde 15 bin Dolar’a çıkar. Modern, orta sınıfın yaygın ve yerleşik olduğu, küresel gelişmelere açık, özgüveni artmış ve başkalarının etkilediği değil, başka ülkeleri etkileyebilen bir toplum oluruz.
Vs.: Bunlara daha kısa sürede ulaşmanın yolu AB mi? AB, Türkiye’ye nasıl bir vizyon kazandıracak?
AB olsun ya da olmasın bunları yapmamız gerek. Bir taraftan kendimize AB’nin olmadığı bir gelecek hazırlamamız gerekiyor. Bunu, AB’yle olan ilişkimizi koparmadan ve tren kazasına yol açmadan sürdürebilmeliyiz. Başarabilirsek hem yabancı yatırımcı hem dış politik desteğimiz artar. 15 yıl sonra Türkiye daha güçlü bir konuma geldiğinde önünde başka alternatifler de olur. O zaman AB cazip gelmiyorsa girmeyiz, gelirse gireriz. Zaman içinde Türkiye’nin AB’ye gireceğini düşünüyorum.
Cem Kozlu kimdir
ABD Denison Üniversitesi’nden sonra İsviçre’deki P&G’nin uluslararası pazarlama bölümüyle iş hayatına atıldı. Robert Kolej’den sınıf arkadaşı Halis Komili ikna edip Türkiye’ye getirdi. Komili’nin genel müdürü olarak 1986-88 yılları arasında çalıştı. Dönemin Başbakanı Turgut Özal, ihracatta başarılı olan Kozlu’yu keşfetmekte gecikmedi, THY’nin Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı yaptı. Milletvekili (1991) seçilene kadar bu görevine devam etti. Siyasetin ardından Coca Cola’da çalışmaya başladı; 1996’da Coca-Cola Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya Cumhuriyetleri Bölge Direktörü oldu; 2001’de Orta Avrupa, Avrasya ve Ortadoğu Grup Başkanlığı’na atandı; 2005 yılının sonunda emekli oldu. Halen Coca Cola’da, 59 ülkenin içinde bulunduğu Kuzey Asya, Avrasya ve Ortadoğu Grubu Danışmanı olarak görev yapıyor. Diğer taraftan Evyap, Hürriyet Gazetesi, TAV, Coca Cola (Türkiye, Rusya ve Suudi Arabistan) ve Anadolu Grubu’nun Yönetim Kurulu Üyesi.
http://www.indeksiletisim.com/hizmet_goster.asp?ID=788&hizmet_id=2